BATI ERMENİSTAN DEVLETİ PONTOS ; TRAKYA VE KÜÇÜK ASYA RUMLARINA KARŞI YAPILAN SOYKIRIMI RESMEN TANIDI

“19 Mayıs 1919 Pontos bölgesinde yaşayan Rum ve Ermenilere karşı ikinci jön türk (kemalistler) toplu kıyım başlatarak Soykırım suçunu işlediler. Pontos´da 1894’te II. Abdulhamid ile başlayan ve İttihat ve Terakki ile devam ettirilip Mustafa Kemal tarafından tamamlanan Müslüman olmayanların imhası projesinin en önemli ayaklarından biridir. 19 Mayıs 1919 ilk olarak Ermeni , Süryani ve Rumları kapsayan Hristiyanlara yönelik planın, üçüncü etabının başladığı tarihtir.”

İsviçre’nin Başkenti Bern’de Devrimci Karadeniz tarafından düzenlenen “Karadeniz Gerçeği” adlı panelde konuşan araştırmacı yazar Tamer Çilingir bu sözlerle başladı konuşmasına…

Bu topraklarda yaşanan soykırımlardan bahsederken Ermeni, Süryani, Rum olarak ayırtetmenin egemenlerin işine yaradığını ifade eden Çilingir, “Oysa bu toprakların kadim halklarının yok edilme projesi çok daha uzun yıllara yayılıyor. Hükümetler, katledenler değişse de başlangıçta adım adım başlayan bir ‘soykırım projesi’dir bu. Osmanlı, İttihat ve Terakki ile Mustafa Kemal hristiyanları yok etmeyi ve mallarına el koyarak yeni bir devlet kurmayı planlamışlardır” diye konuştu.

19 Mayıs 1919’un Mustafa Kemal’in emperyalizme karşı savaşmak  ve ‘Kurtuluş Savaşı’nı başlatmak için padişahtan ve İngilizlerden gizli Samsun’a geçtiğine resmi tarihte yer verildiğini söyleyen Çilingir, birçok belgede Mustafa Kemal’in hem padişahın izni hem de İngilizlerin vizesiyle Samsun’a gittiğinin ortaya çıkarıldığını söyledi. Çilingir şöyle konuştu:

“Samsun’a gidecek olan sadece Mustafa Kemal değildir. Mustafa Kemal’in yanı sıra 34 kişiye daha İngilizler tarafından Samsun’a gidiş vizesi verilmiştir. İstanbul’da 1919’da İngiliz Karargahında istihbarat subayı olarak görevli yüzbaşı Bennett, Mustafa Kemal ve ekibinin İstanbul’dan ayrılıp Samsun’a gitmesi için vizeyi veren kişidir. Yüzbaşı Bennett, Nezih Uzel’in ‘Atatürk’e vizeyi nasıl verdim’ adlı kitabında da bu vizeyi kaç kişiye, nasıl verdiğinin hikayesini anlatır. Bennett, 35 üst düzey subayın Samsun’a geçişine izin verilmemesi gerektiğini İngiliz Başkomiserliğine ilettiğini ancak ‘Mustafa Kemal gitsin ve ne lazımsa yapsın’ yanıtını aldığını anlatır. Bennett, şaşkınlığını ‘Yunan işgali bile henüz başlamamıştı, ben anladım ki orada bir heyecan var, anladım ki yani bir şey var’ sözleriyle anlatır.

KURTULUŞ SAVAŞI DİYE ANLATILAN BATI ERMENİSTAN;KİLİKYA VE PONTUS’DAKİ ERMENİ VE RUMLARIN İMHASIDIR

Zaten Yunanların İzmir’e çıkmasıyla birlikte İttihat ve Terakki’nin planı olan ´´Küçük Asya yı´´Hristiyanlardan temizleme operasyonu”nun ikinci etabı için; yani Rumların tehcir ve soykırımı aşamasına meşruluk zemini oluşturulmuştur.”

Tamer Çilingir, şu sorulara resmi tarihçiler tarafından hiç yanıt verilmediğine de dikkat çekti:
1-Resmi tarihe göre İngilizler tarafından tehlikeli görülen yüksek rütbeli Kemalist subaylara neden Samsun vizesi verilmiştir?

2-Resmi tarihe göre padişah ve İstanbul Hükümeti nezdinde vatan haini olan Kemalistlerin Samsun’a gidişi Padişah ve özellikle de Meclis-i Vükela yani İstanbul Hükümeti tarafından neden onaylanmıştır?

3-Yunanların İzmir’e çıkarılması acaba İngilizlerin bilinçli bir politikası mıdır? Çünkü bu durumda ‘ Küçük Asya daki Rumlar böyle bir savaşta Yunanların yanında yer alacaktır’ yargısıyla ve tabii propgandasıyla Kemalistlerin Küçük Asya’daki bütün Rumlara karşı soykırımı ve sürgün politikaları meşru bir zemin kazanacaktır.

4-Askeri olarak hiçbir gücü olmayan, ordusu dağıtılmış, İnilizlere karşı karşı tek kurşun atmadıkları halde yedi güvele karşı anti-emparyalist kurtuluş savaşı verdiğini iddia eden Kemalistler, Sevr’e karşı Lozan’ı nasıl kabul ettirmişlerdir?”

Tamer Çilingir Mustafa Kemal ve arkadaşlarının 19 Mayıs 1919’da Karadeniz’e adım atar atmaz yürüttükleri faaliyetlere ve kurulan merkez ordusuna ilişkin de şu bilgileri verdi:

“Mustafa Kemal ve arkadaşları ilk olarak Topal Osman, Kel Hasan, Halil Tapanoğlu, Said Tapanoğlu, Mehmet Tataloğlu, Kara Mehmed, Larçınzade Hakkı Bey, Mehmet Tirali, İpsiz Recep gibi çetecilerle görüşürüp Pontos Rumlarına yönelik bir katliam politikası yürüttü. Katledilen binlerce Rumun çoğu sivil halktı.

MERKEZ ORDUSU PONTOS DİRENİŞİNE HAKİM OLABİLMEK İÇİN KURULDU

Rumlar daha önce de Ermeni ve Süryanilerin katledilmelerine tanıklık etmişti. 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın ardından İttihatçıların Müslüman olmayan uluslara yönelik techir politikaları soykırımına dönüşmüştü. 1911’de başlayan Rum sürgünlerinden sonra 1919 yılına kadar 150 bine yakın Pontoslu Rum katledilmişti. Can güvenliği kalmayan Rumların tek çaresi ise örgütlenmek ve direnmekti. Resmi tarihçilere göre bile partizanların 1920 yılının Aralık ayındaki sayısı 25 bin civarındaydi.

Ve tüm köy, kasaba, ilçelerde Rum halkı partizanlara destek veriyordu.

Bu tarihlerde bağımsız Pontos fikri de tahil olmak üzere farklı kurtuluş önerilerini içeren siyasi yapılar ortaya çıktı. İşte Merkez ordusu tamamen bu özgürlük hareketini yok etmek amacıyla kuruldu. Mustafa Kemal de Nutuk’ta yer verdiği ifadesiyle dahili isyanları bastırmanın daha önemli olduğuna dikkat çekerek Merkez Ordusu’nu kurduklarnı ve Nurettin Paşa’yı kumandan yaptıklarını söylüyordu. Ordu karargahının Amasya olarak seçilme sebebi ise Karadeniz’de yaşanan Pontos direnişine hakim olabilme düşüncesiydi.”

Çilingir, Pontos da yapılan Soykırımı’nın anlı şanlı tarih hikayelerinde anlatılmadığını, kimi kaynaklarda ise Küçük Asya’da süren bir “anti-emperyalist kurtuluş savaşı” masalının arkasına sığınılarak birkaç ‘çapulcu, çeteci Pontoslu Rum’un ayaklanmasının bastırılması olarak açıklandığını da söyledi.

Çilingir bu katliamların baş sorumlularndan İttihat ve Terakki’nin gizli örgütü Teşkilat-ı Mahsusa’nın has adamlarından katliamcı Topal Osman’ın ‘kurtuluş savaşı kahramanı’ olarak heykelerinin dikildiğini, oysa ‘yedi düvele’ karşı verildiği iddia edilen bu savaşın yaşandığı iddia edilen tarihlerde Topal Osman’ın savaştığı iki cephe olduğunu söyledi. Topal Osman hem 1919-1923 yılları arasında Pontos Rumlarına ve Ermenilere karşı Karadeniz’de hem de 1921 yıllarında Kızılbaş Alevilere ,Ermenilere karşı Koçgiri katliamında yer almıştı.

ÖLDÜLER, SÜRGÜN EDİLDİLER, KALANLARA TÜRK VE MÜSLÜMAN OLMA ŞARTI DAYATILDI

Çilingir, 1914-1923 yılları arasında (Pontos) Karadeniz’de kadın erkek, yaşlı çocuk ayırt etmeksizin 353 bin kişinin katledildiğini, sağ kurtulan Ortodoks Rumların mübadele adı altında Yunanistan’a sürgün edildiğini, kalanlara ise Türk ve Müslüman olma şartının dayatıldığını söyledi… Çilingir, “Mustafa Kemal ve arkadaşları, Karadeniz’de yerel çetelerle birlikte, 200 bin kişinin canına, 1 milyon 250 bin Rum’un mübadele ile sürgün edilmesine yol açacak Pontos´ da soykırım gerçekleştirmiştir. Bu soykırımı gör(e)meyenler hala resmi tarih masallarıyla uyumaya/uyutmaya devam ediyorlar” dedi.

bati-ermenästan-parlamentos-pontos
Batı Ermenistan Parlamentosu’nun Pontos,Trakya ve Küçük Asya Rumlarına yönelik soykırımını tanıdığına ilişkin kararı

BATI ERMENİSTAN DEVLETİ PONTOS ; TRAKYA  VE KÜÇÜK ASYA RUMLARINA KARŞI YAPILAN SOYKIRIMI RESMEN TANIDI

Panele katılan Batı Ermenistan Ulusal Konsey Başkanı Armenag APRAHAMIAN da 19 Mayıs 1919’un çok önemli bir gün olduğunu söyledi. Batı Ermenistan Devleti olarak Pontos ,Trakya ve Küçük Asya Rumları’nın uğradığı soykırımı resmi bir deklarasyonla tanıdıklarını açıkladı.  APRAHAMIAN, “Pontos’taki soykırımı da II. Abdülhamid döneminde başlamıştır. 1916-1923 yılları arasındaki yaşananları soykırımı olarak addediyoruz. BM’nin bazı maddelerine dayanarak kabul ediyoruz. Soykırıma uğrayanların çektikleri acılara duyduğumuz saygıyla bu kararı aldık.”
1894’te Sasun katliamlarıyla soykırımı sürecinin başladığını ifade eden APRAHAMIAN üç hükümet ve devlet tarafından soykırımların işlendiğini, siyasi bir devamlılık gösterildiğini sadece Ermenilere yönelik değil, Süryani ve Rumların da soykırımına uğratıldığını anlattı. APRAHAMIAN, şöyle konuştu:

“Bizim bu topraklardaki varlığımız Osmanlı’dan da Mustafa Kemal’den de eskidir. Bizim halklarımızın cesetleri üzerine yeni bir devlet inşa ettiler. Bu da Türk milleti ve Türk devletidir. Şehitlerimizin verdiği kan ve mücadelemiz sonucu yeni bir hukuki sürece giriyoruz. 2007’de bir deklarasyonla Birleşmiş Milletler’in nezdinde Batı Ermenistan Ermenileri Otokton(Yerli) (İngilizcesi: Indigenous peoples) halk olduğuna dair,144 devlet tanıyor Türkiye dahil,

2007 tarihinde Birleşmiş Milletler kararıyla yerli halkların kendi kaderini tayin etme hakkı verilmiştir. Hukuki olarak ilk 1917 yılında Ruslar Batı Ermenistan topraklarına girdiler, sonra geri çekildiler. Rusya, Bolşevik devriminin ardından Türkiye Ermenistan’ını kabul etti.

1920’de yapılan Sevr Anlaşması’yla dünya Türkiye dahil,Trabzon, Erzurum, Bitlis ve Van’ın bulunduğu bölgeyi Batı Ermenistan olarak tanıdı. Yani biz meşru olarak kabul edilmiş bir devletiz ancak hayata geçirilememiş. İki temelimiz var, yerli halk olarak varız ve devletler tarafından tanınıyoruz. Maalesef ne bizim tarihçiler ne de hukukçular bize bu haklarımızı öğretmedi.

Partizan olarak ortaya çıkan oldu ama hukuki haklarımızı çalışan olmadı. Şimdi anladık ve hukuki çalışmalara başladık. Bundan 10 yıl önce Türkiye’de 60 bin Ermeni’nin varlığından söz ediliyordu, günümüzde ise milyonlardan konuşuyoruz. Kimin Ermeni olduğu belli değil. Biz de çocuk yapabiliriz ama bu kadar  çok çoçuklu aileler olduğunu tahmin etmezdim. Bu da bizim  dini azınlık olmadığınızı, yerel olarak oraya bağlı Otokton(Yerli) ulus olduğumuzun kanıtıdır.´´ Biz hala varız´´

Başkan APRAHAMIAN  konuşmasını “Ben diaspora değilim, Erzurumlu’yum” sözleriyle bitirdi.
KARADENİZ’DEKİ IRKÇI SALDIRILARIN ARKASINDA KİMLİKSİZLİK YATIYOR
Bugün Trabzon başta olmak üzere Karadeniz kentlerinde yaşanan ırkçı saldırıların “en Türk, en Müslüman” olma adına yapıldığı ifade edilen panelde şu görüşlere de yer verildi:
“Karadeniz’de yaşanan saldırıların ardından ‘burası milliyetçilerin kalesidir’ diye açıklamalar yapan ırkçı, şoven örgütlenmeler; Karadeniz’in ‘Türk yurdu’ olduğu vurgusuna neden ihtiyaç duyuyorlardı acaba? Tüm bu soruların tek bir yanıtı vardır: Kimliğini yitirmiştir Karadeniz’in Sinop’undan başlayıp Rize’ye kadar uzanan, Amasya’yı Gümüşhane’yi içine alan, güneyde Tokat ve Sivas’in bir bölümünde yaşayanların büyük bir çoğunluğu. Daha doğrusu kimlikleri ellerinden zorla alınmıştır geçen yüzyılın başlarında. Orası 3 bin yıldan daha uzun süre üzerinde yaşadıkları bir ülkedir.

Bu ülkenin adı Pontos’dur. Onlar, 3 bin yıllık topraklaında büyük bir soykırımına uğrayan, ardından 1923 yılında, ‘mübadele’ adı altında sürgün edilen Pontoslu Rumların soydaşlarıdır. Ama sağ kalmanın bedeli ağırdır. Müslüman ve Türk olarak bundan sonra hayatlarını sürdürmeleri; egemenlere biat etmeleri de yetmez. Cumhuriyetin kuruluşundan beri onlara güvenilmemektedir, bu yüzden kendilerini ispat etmek zorundadırlar. Bu, adeta bir toplumsal reflekse dönüşmüştür.”

http://westernarmeniatv.com

Facebooktwitterredditpinterestlinkedinmail