İttihatçılıktan komünizme, Deyr-i Zor’dan Moskova’ya: Salih Zeki’nin bilinmeyen hikayesi
11.02.2020 – DOSYA-
Yetvart Danzikyan
Yakın zamana kadar Ermenistan’ın, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı nezdindeki Türkiye temsilcisi olan Prof. Dr. Arsen Avagyan sadece bir diplomat değil aynı zamanda verimli bir akademisyen. Avagyan’ın Gaidz Minassian ile birlikte kaleme aldığı “Ermeniler ve İttihat Terakki” başlıklı çalışması daha önce Aras Yayınları tarafından yayınlanmıştı. Avagyan şimdi yeni bir çalışma ile Türkiyeli okurların karşısında. “Karanlıkta Kalmış Bir Eylemci: İttihatçı Komünist Salih Zeki (Kuşarkov)” başlıklı çalışma, TÜSTAV Sosyal Tarih Yayınları tarafından yayınlandı. Ermeni Soykırımı sürecinde özellikle Deyr-i Zor mutasarrıflığı döneminde kıyıcı bir rol üstlenen Salih Zeki’nin daha sonra Bakü’de TKP’nin kuruluşunda önemli bir rol oynaması ve onun tüm hayat hikayesi, Türkiye’nin yakın tarihi açısından da ilginç ayrıntılar içeriyor.
Belgelerin yanı sıra geniş bir bibliyografya çalışmasının ürünü olan bu çalışmada Arsen Avagyan’ın gönderme yaptığı bir dizi Ermenice kaynak hakkında da Türkiyeli okur ilk kez bilgi sahibi oluyor. Kitapta Salih Zeki’nin 1936 yılında Mustafa Suphi ve arkadaşları hakkında yazdığı ancak yayınlanmayan makalesi de yer alıyor. Avagyan ile çok ses getireceğini düşündüğümüz yeni çalışması hakkında konuştuk.
Sizi Salih Zeki üzerine bir kitap yazmaya sevkeden sebepler neydi? Bu alanda nasıl bir eksiklik gördünüz?
Salih Zeki, 1915-16 yıllarında Kayseri Everek’te kaymakam ve Deyr-ül Zor mutasarrıflığı makamlarında yaptığı işkencenler, cinayetler ve zulümler nedeniyle Ermeni Soykırımı tarihine “Canavar Zeki” olarak geçti. Ben 2007 yılında Ermeniceye çevirip, izahlar ve yorumları ekleyerek Hasan Amca’nın (Çerkes Hasan) “Tehcirin İç Yüzü” anı ve “Peki, yüzbinlerce Ermeniyi kim öldürdü?” makalesini bir kitapçıkta Erivan’da yayınladım. Hasan Amca Suriye’deki toplama kamplarında 25.000 kadar Ermeni kurtardı ve 1961 yılında İstanbul’da onun cenazesine o dönemdeki Ermeni Patriği Şnork Kalustyan da katıldı. Düşündüm ki Salih Zeki hakkında da bir araştırma yapıp ikisini kıyaslamak fena olmaz. Hem de bir başlık da düşündüm “Ermeni Soykırımda İki Çerkes”. Birisi Ermenileri kurtarmış, diğeri de yaklaşık 200. 000 Ermeni imha etmiş. Salih Zeki hakkında bilgiler toplamaya başladığım zaman zannettim ki kolay olacak çünkü o dönemindeki Ermeni, Türk, yabancı çeşitli kaynaklarda, anılarda ve hatıralarda Zeki’nin adı geçiyor. Fakat yaşamı ve faaliyetleriyle ilgili o denli çelişkili ve birbirini çürüten bilgiler var ki, bunların Salih Zeki adlı farklı kişilere ait olduğu izlenimi dahi uyanabilir. İlk bakışta Salih Zeki acımasız bir eylemci, aldığı emirleri yerine getirmek için her türlü yöntemi uygulamaktan çekinmeyen hiyerarşide yüksek düzeyde bir Osmanlı bürokratıdır. Yüzeysel bir yaklaşımla Ermeni Soykırımı döneminde karanlıktan çıkıp insanları topluca yok etmek için en barbar yöntemler kullanan bir mutasarrıf, sonraki yıllarında Bakü’de TKP’nin kurulmasında yer alan ve sonra yine de karanlıkta saklanan bir eylemci. Fakat araştırma zamanında çok enteresan ve beklenmeyen bilgiler ortaya çıktı. Anladım ki Salih Zeki sıradan bir eylemci değil ve onun faaliyetleri Ermeni Soykırımı dönemi ile kısıtlanmıyor. Aksine onun “yıldız dönemi” sonraki 1919-1922 yıllarına denk geliyor. Gördüğüm eksik şu ki bugüne kadar bu dönem ile o kadar ilgili bir eylemci hakkında bir araştırma veya makale bile yazılmamış, çeşitli kaynaklarda olan bilgiler de birbirine uymuyor ve farklı. En basit örnek: Salih Zeki’nin doğum, ölüm tarihi hakkında farklı zamanlar gösteren kaynaklar var. Başka bir problem onun gerçek soyadı ve ona yansıtılan “Zor” soyadı oldu. Türk tarihçiler, (Mete Tuncay ve Erden Akbulut hariç), Deyr-i Zor mutasarrıfı olması sebebi ile Salih Zeki “Zor” soyadı aldı diye yazmaktadır. Aslında o hiç bir zaman “Zor” soyadı kullanmamış, atalarının soyadına “Kuşarkzade-Kuşarkov” dönmüş, Moskova’da Doğu Araştırmaları Enstitüsü’ndeki kısa çalışma zamanında “İsmaylov” (Baba adı İsmail’e aften) ikinci soyadını kullandı. Bir de Moskova ve Tiflis’teki çeşitli gazetelerde yazdığı makaleleri “Sinza” edebiyat takma adı imzalamış. Salih Zeki’nin hakkında kapsamlı bir araştırma olmadığı takdirde hem Ermeni Soykırımı, hem TKP kuruculuğu, hem Bakü’deki Türk komünistler ve Kemalistler arasında kurulan bağlarda onun ve onun gibi İttihatçı tabanlı komünistlerin rolünün tarafsız değerlendirilmesi mümkün olmayacaktı.
Rusça arşivlerden faydalandığınızı görüyoruz. Size yeni bir bakış açısı sağladı mı bu arşivler?
Kuşkusuz. Bunlardan birisi Azerbaycan’ın Sovyetleştirilmesinde Türk komünistlerin yeri ve oynadığı gerçek rol hakkında yeni belgelerdir. Bolşevikler ve Kemalistler arasında bağlar kurulması, Bakü’deki TKP vasıtasıyla Kemalistlere teklif edilen ve gönderilen yardım meselesine dair yeni ve yayınlanmayan belgeler mevcuttur. Ve çok önemli konular hakkında Rusya’daki arşivlerde olan belgeler yeni bir ışık tutuyor. Bunlardan biri Suphiler (Mustafa Suphi ve arkadaşları) konusudur. 1936 yılında Salih Zeki “Suphi Yoldaş ve 16 Şehitler” başlıklı bir makale yazdı, ama bu makalesi yayınlanmadı ve RGASPI arşivinde (Rusya Devlet Siyasî ve Sosyal Tarih Arşivi) kaldı. İlk olarak benim kitapçıkta bir ek olarak gün yüzüne çıkıyor. Bakarsanız o makalede M. Suphi’nin ve arkadaşlarının öldürülmesi hakkında farklı ve bugüne kadar bilinmeyen ayrıntılar veriyor.
Rusya’daki arşivlerden belgeler toplama döneminde enteresan bir olay yaşadım. RGASPI arşivinde fon 495’de “Salih Zeki” adıyla 266 numaralı dosya var ve orada Salih Zeki adıyla üç kişi hakkında belgeler toplamış, bir de yine Türk komünist Salih Hacıoğlu’nun evrakları aynı dosyada. Salih Zeki’nin resmini istedim ve bana iki defa Salih Hacıoğlu’nun sürgün yıllarındaki resmini gönderdiler. Resmin altında da Osmanlıca “Salih Hacıoğlu” yazıyor, ama belki arşivde Osmanlıca bilen bir eleman yoktu. Sonra gerçek Salih Zeki Kuşarkov’un resmi o arşivdeki başka bir dosyada buldum, hem de resmin altında Rusça “Salih Zeki Kuşarkov” yazmaktadır.
Salih Zeki’nin o dönemde İttihatçıların kontrolünde olan devlet hiyerarşisinde yükselmesini sağlayan ne idi? İttihat Terakki Cemiyeti içinde Talat Paşa grubunun güvenini kazanması mı ona bu yolu açıyor?
Bazı kaynaklara göre Salih Zeki, o zamanki deyimle “Kara Kemal’ın adamı” idi. Bir de Kara Kemal ile bağlı Parvus, Rakovski, C. Korkmazov grubu ile Salih Zeki’nin ilişkileri varmış. O dönemde Salih Zeki Ermeni mebuslar ve siyasi isimler ile de ilişki kurmuş. Fakat, bence, Talat Paşa grubundaki adamlar Salih Zeki’yi ilk önce onun yetenekleri ve karanlık biri olduğunu için desteklediler ve kullandılar. Bir de şunu söylemek istiyorum. Aslında “Karanlıkta kalan bir eylemci: İttihatçı Komünist Salih Zeki (Kuşarkov)”u bir bilimsel makale olarak yazdım ve o bu tür bilimsel makalelerin koleksiyon kitabında yayınlanacak. Arkadaşım Erden Akbulut’un teklifi ve sayesinde, ki ona bunun için çok minnettarım, ayrı bir kitapçık olarak yayınlandı. Ben şimdi Salih Zeki hakkında daha kapsamlı bilimsel bir araştırma üzerine çalışıyorum ve yakında sona eren kitabımda yukarı bahsettiğim konular çeşitli güvenilir kaynaklara dayanılarak daha ayrıntılı izah edilmektedir.
Salih Zeki ilk olarak Kayseri Everek’te Ermenilere yaptığı zulüm ile anılıyor. Daha sonra Deyr-i Zor mutasarrıflığına atanıyor. Bundaki sebep önceki mutasarrıfın Ermenilere karşı “yeterince” sert olmaması. Ve Salih Zeki gerçekten de kendi çapında ayrı bir soykırım uyguluyor, 60.000 ila 200.000 arasında Ermeni’nin öldürülmesinden sorumlu tutuluyor. İttihatçıların yargılanmasında da zaten gıyabında idama mahkum ediliyor. Onu bu derece gaddar davranmaya iten sebepler sizce nedir? Hastalıklı bir kişiliği mi var yoksa Hannah Arent’in “Kötülüğün Sıradanlığı” kitabında Eichmann’dan bahsettiği gibi basitçe “işini” mi yapıyor?
Ermeni tanıklara göre Salih Zeki şahsen işkenceler yapmaktan, bir de idamları seyretmekten zevk alıyordu. Hem de Ermeni milletinin düşmanı olduğunu kendisi izah ediyordu. Çeşitli kaynakları inceledikten sonra bana Salih Zeki hastalıklı bir kişi gibi görünmedi, belki zulümler, idamlardan zevk alırdı, ama daha çok soğukkanlı, sert yöntemler kullanarak katliam yapmaktan kaçınmayan bir eylemci, hedefe ulaşmak için her şeye hazır bir siyasetçi görünümünde. Karşısında kim olursa olsun, kendi milletinin insanları da dahil. 1920’de Bakü’de Türk harp esirlerinin kurşuna dizilmesinde aktif rol aldı ve Tiflis’ten Kafkas bölgesinin sorumlusu S. Orjonikidze’ye gönderdiği 15 Ekim 1922 tarihli raporda bu katliamı gerekli ve haklı göstererek, imha edilen askerleri de “… Sovyetlere karşı saldırgan duygular besleyen esir Türkler” olarak niteledi.
1916-1919 yılları arasında Salih Zeki bir tür gizli bir hayat yaşıyor. Kimi yorumlara göre Ermenilere yapılan zulümdeki rolü nedeniyle bir tür pişmanlık yaşıyor. Siz sonraki yıllarında bu tür bir pişmanlığın izlerini gördünüz mü?
1933’te kaleme aldığı kısa otobiyografisinde Salih Zeki kendi hayatını iki döneme ayırıyor ve yazıyor: “Benim hayatım iki dönemlidir. Birinci dönem 1916’da bitiyor, ikinci dönem 1919’da başlıyor. Aradaki zaman geçici bir süreden ibaret. Birinci dönemde kendimi hiç de iyi hissetmiyorum, çünkü burjuvaziye hizmet ettim. İkinci dönemde kendimi çok iyi hissediyorum, çünkü proletaryaya hizmet veriyorum”. Osmanlı Meclisi’nin İzmir ve Aydın mebusu (1912-1919) Emmanuil Emmanuilidis anılarında bahsediyor, diyor ki 1917 yılında Beyoğlu’da Salih Zeki ile karşılaşmış ve Salih Zeki ona “60.000 Ermeni’yi katledip çocukları canlı canlı gömdüğünü, dışarıya çok ender çıktığını, insan yüzü görmek istemediğini, adının Zeki olduğunu ve intihar etmeyi düşündüğünü” söylemiş. Kısa otobiyografisinde Salih Zeki Ermeni tehcirini anlatırken “her yerde, her tarafta cinayetler işleniyor, kanlı olaylar oluyordu. Bu arada belirtmeliyim ki, o zamanlar askerlerin diktatorası öylesine güçlüydu ki, sivil makamlar hiçe sayılıyordu. Buna rağmen ben bir mutassarrıf olarak bu iğrenç işten kendimi de suçlu buluyorum” yazmaktadır. Bakü, Tiflis, Moskova’da yasadığı yıllarında birkaç biyografik ankette pişmanlığını izah ediyordu. Fakat, derin ve samimi bir pişmanlık duyguları hissetmesi hakkında bugüne kadar inandırıcı kanıtlara rastlamadım. Bana göre onun pişmanlığı biraz farklıymış, yani yaptığı cinayetler, insanları toplu yok etmesi genel olarak işe yaramamış, çabalar boşa gitmiş. İmparatorluk ve devlet ellerinden gitti ve kendisi de memleketi terk etmek zorunda kaldı. Bir nevi Kemal Tahir’in “Kurt Kanunu” romanındaki Kara Kemal’in itiraflarına ve “pişmanlığına” benzer bir duygu, “Bu koca imparatorluk bizim elimizde ölmüştü” gibi.
Soykırım uygulayıcısı bir milliyetçiden, bir komünist olmaya giden yolu sağlayan nedir? Yargılanmaktan kurtulmak için mi Bakü’ye gidip komünist çevrelere giriyor, yoksa komünizmi gerçekten de kendisine yakın mı buluyor?
Kendisi de arkadaşına yazdığı mektupta bunu itiraf ediyor. Ermeni Soykırımı’nda oynadığı rol için İngilizler tarafından yakalanıp yargılanma endişesi içindeydi. 1918 yılı sonunda Batum, Tiflis yoluyla Bakü’ye ulaştı. Salih Zeki’nin yazdıklarına göre Ermeni Soykırımı’nda oynadığı rolü onda “mevcut düzene, hükümete ve savaşa karşı memnuniyetsizlik, hatta düşmanlık” hissi uyandırdı. “Bu felaket yalnız Ermenilerin başına gelmiş değildi, aynı zamanda bütün Türk halkının da felaketiydi. Bu beni devrim saflarına itti”. Erzurum’da yayınlanan “Albayrak” gazetesinin 9 Ağustos 1920 tarihli nüshasında “Yeni İnkılap” başlıklı makalesinde Türkiye’nin kurtuluşunu sosyalizm yolunda görüyor. Komünizme gelince, ilk etapta Marksizm hakkında pek bilgili olmadı. Mesela 1920 yılında Trabzon’da yayınlanan “Niçin Bolşevik oldum?” kitapçığı, Salih Zeki’nin Marksizm bilgisinin zayıflığını göstermesi bakımından eleştirilmesine yol açtı. 1934 yılında Salih Zeki bu eleştirileri kabul edip, mazeret olarak “propaganda bakımından çok güçlüydü, ama Marksizm yaklaşımı bakımından değil, çünkü o zaman Marksizm hakkında bilgim yoktu” ifadelerini kullanıyor. Bunun ile beraber Salih Zeki 1919 yılından itibaren ölene kadar (3 Kasım 1940, Moskova) Rusya Komünist Partisi (Bolşevik) resmi üyesiydi.
Ermeni soykırımındaki rolü o yıllarda TKP içinde sorun yaratıyor mu kendisine?
Yaratıyor, ama fazla değil. 1923 yılında bir süre için partiden uzaklaştırıldı, ama 1925 yılında parti üyeliği hakları, geçmiş parti stajıyla birlikte geri verildi. Fakat evraktaki “Ermeni katliamında parmağı var” niteliği daha yüksek pozisyonlar, mevkilere çıkmak, parti kariyeri yapmak için engel olmuş.
Ölene kadar Sovyetler Birliği’nde kalıyor ve çeşitli bürolarda görev yapıyor. Bu yıllarda, yani 1930’larda, kendisine Sovyet rejiminde önemli görevlerde bulunan (Mikoyan gibi) Ermenilerin yardımcı olmasını tarihin bir ironisi olarak mı yorumlamak lazım?
Bugünkü bakımdan belki. Ama o zamanki şartları ve yaklaşımı dikkate almak lazım. Kemalist Türkiye ile dost ilişkileri kuran Sovyet Rusya Ermeni Soykırımı konusu kapatmak istemiş, resmi düzeyde Sovyet Birliği’nde o dönemde bu konu yasaktır. Hem de Rusya’da Devrim zamanında Salih Zeki gibi yüzlerce, binlerce insan yok eden Bolşevik eylemciler çoktu. Zaten Bolşevik terörü ünlüydü.
Ermeni Soykırımı’nda rol alan isimler aslında yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde büyük sıkıntı yaşamıyor, hatta rejim basamakları içinde yükselenler de var. Salih Zeki bu örneklere de bakarak Türkiye’ye dönmeyi hiç düşünmüyor mu?
İş ancak Ermeni Soykırımı’da aldığı rolü kapsasaydı belki dönmeyi düşünebilirdi. Fakat o komünist idi ve Kemalist hükümet komünistlere karşı harekete geçti, parti kapatılmış, birçok komünist tutuklanmıştı. Üstelik Bolşevikler ile temaslardan haberdar, Suphilerin öldürülmesi hakkında çok şey bilen, 1920 yılında Anadolu’ya geçtiği zaman Erzurum, Bayburt ve Trabzon şehirlerde komünist şubeler kurmayı beceren Salih Zeki, bence, Kemalist hükümet açısından istenmeyen bir kişiydi.
Arsen Avagyan kimdir?
1972’de Erivan’da doğdu. 2002’de Moskova Devlet Üniversitesi’nde “Osmanlı İmparatorluğu ve Kemalist Türkiye’nin Devlet-İktidar Sisteminde Çerkeslerin Rolü” başlıklı Rusça doktora tezini sundu. Bu tez daha sonra Belge Yayınları tarafından yayımlandı (çev. Ludmilla Denisenko, İstanbul, 2004). Ermenistan’da, Türkiye’de yayınlanan Toplumsal Tarih dergisinde ve çeşitli ülkelerde makaleleri yayımlandı. Prof. Dr. Avagyan’ın Gaidz F. Minassian ile birlikte kaleme aldığı “Ermeniler ve İttihat Terakki” başlıklı çalışması 2005 yılında Aras Yayıncılık tarafından yayınlandı. Ayrıca “Türk Dış Siyasetinde Kuzey Kafkasya Siyasi Muhacereti (1920-1971)” başlıklı bir çalışması da Belge Yayınları tarafından Türkçe’de yayınlanmıştır. Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı nezdinde Ermenistan’ın Türkiye temsilciliği görevini iki dönem yürüttü. Bu görevi geçtiğimiz yıl sona eren Avagyan halen Ermenistan’da çalışmalarını sürdürmektedir.
agos.com.tr/tr/yazi/23578/ittihatciliktan-komunizme-deyr-i-zordan-moskovaya-salih-zekinin-bilinmeyen-hikayesi?