18/08/2014
Tamer Çilingir
19 Mayıs 1919’da bizi kimden kurtardınız?
Dünya Paylaşım Savaşı’na girerken, hayal ettiğiniz senaryolar gerçekleşmemişti; Almanların yanındaydınız, bu pazar kavgasında, yenildiniz. Ama siz yine bizi kurtarıyordunuz. Mesela 1915 yılında binlerce yıl bu topraklarda yaşayan Ermenilerden kurtardınız bizi. Tek bir Müslüman doktorun, eczacının, mühendisin olmadığı şehirlerle doluydu memleket. Hasta olduğunuzda onların kapısını çalıyordunuz. Ama neyse ki, doktorlarından, mühendislerinden, taş ustalarından, seramik sanatçılarından, ressamlarından kurtardınız bizi.
Sonra İngilizlerin vizesiyle Samsun’a çıkan paşalarınız, çeteciler aracılığıyla başladı kurtarmaya bizi. Ne yorgancı Niko kaldı, ne demirci ustası Hristos, ne fırıncı İliadis, ne bakırcı Vasil… Okulları kapatıp, okul kulüplerini terörist ilan ettiniz. Astınız öğretmenlerini, öğrencilerini İstiklal Mahkemelerinin kararıyla. Futbol takımını idam ettiniz Merzifon Koleji’nin.
HİTLER SİZDEN ÖĞRENDİ GAZ ODALARINI, ÖLÜM YÜRÜYÜŞLERİNİ…
Daha Hitler tanınmamışken, siz mağaralarda boğarak öldürdünüz Pontos Rumlarını. Hitler gaz odalarını sizden öğrendi.
Daha Hitler tanınmamışken, siz tehcir adı verdiğiniz yürüyüşlerde katlettiniz onbinlerce insanı. Hitler ölüm yürüyüşlerini sizden öğrendi.
Daha Hitler tanınmamışken, siz Karadeniz sahillerinde el koyduğunuz Rum gemilerini, içindekilerle birlikte ateşe verdiniz. Hitler, diri diri insan yakmayı sizden öğrendi.
Daha Hitler tanınmamışken, kurduğunuz İstiklal Mahkemeleri, sorgusuz sualsiz öğretmen, mühendis, doktor, sanatçı, sporcu, yüzlerce Rum aydınını idam etti. Hitler yargısız infazları sizden öğrendi.
Ne balıkçı Lambros kaldı, ne çorbacı Giannis, ne arabacı Kosta geride.
Kurtardınız bizi Rumlardan 1914’den 1924’e kadar. En çok da 1919’da kurtardınız bizi.
Geride ne kilise kaldı, ne okul, ne ev… Taş üstünde taş bırakmadınız, kurtardınız bizi geçmişimizden.
’’KURTULUŞ SAVAŞI’’ MASALINI YAZDINIZ
Bu masalda 1923 yılında yeni cumhuriyetin, “vatan” için verilen şehitler bedeli, “yedi düvele” karşı yürütülen bir “ulusal kurtuluş savaşı” verilerek kurulduğunu anlatıldı.
Ne “kahramanlıklar” yaşanmıştı, “vatan” sevgisiyle, darmadağın olmuş Osmanlı’nın tüm kurumlarına rağmen, “halk” olağanüstü bir direniş göstermiş ve “vatan topraklarını” düşmanlardan kurtarmıştı.
Peki neresiydi bu “vatan”toprakları?
Örneğin 1912 Balkan Savaşı’nın ardından Balkanlarda büyük bir toprak parçası kaybetmişti Osmanlı. Ve daha öncesinde Arap yarımadasındaki, Afrika’daki, kuzey cephesinde Kafkaslardaki bir çok toprak parçası artık Osmanlının toprağı değildi.
Yani savaşlar sonunda elde kalan son toprak parçası kutsal “vatan” toprakları olarak kabul edilmişti. Sonuç itibariyle vatan toprağı diye adlandırılan coğrafya, savaşlar sonunda kaybedilenler değil, elde kalandı.
Bir mecburiyet sonucu çizilen bu “vatan” topraklarına kutsallık sağlayan ise bu masala göre, uğruna ödenen ‘’bedellerdi.’’
Oysa Balkan Savaşları’nda, sonrasında 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda yüzbinlerce Osmanlı askeri hayatını kaybederken, bu “kutsal vatan” toprakları için “yedi düvele” karşı yürütüldüğü iddia edilen “kurtuluş savaşında” kaybedilen asker sayısı 10 bin bile değildi. (Kimi kaynaklarda 40 bine kadar çıkartılır bu rakam)…
Dahası, Anadolu’ya giren Yunan ordusuyla yürütülen savaşın büyük bir bölümü çeteler tarafından sürdürülmüştü. Müdafai hukuk cemiyetlerinin kemalistlere destek vermesini sağlayan ise vatan sevgisi değil, Ermeni Soykırımı ardından gaspedilen mal ve mülkü koruma derdi idi.
Sevr’in hayata geçmesi halinde Ermeniler’in devlet kurması ve Yunanlar’ın Anadolu’ya girmesi gündeme geleceğinden, eşraf ve ayanı (büyük toprak sahipleri, yerel tüccarlar, ileri gelenler) bir telaş sarmıştı. Öyle ya, katledip mallarını mülklerini gasbettikleri Ermeniler, geri gelmeleri halinde hem hesap soracak, hem de mallarını ve mülklerini geri alacaktı. İşte eşraf ve ayanın kemalistlerin yanında olma gerekçeleri buydu. Onların vatanı, gaspettikleri malları, mülkleri ve telaşa düştükleri canları idi.
Kısacası yeni koşullar altında istedikleri tek şey vardı; Ermeniler’in geri dönmesinin engellenmesi. Üstelik şimdi sırada Rumlar vardı ve onların zenginliği de birilerinin iştahını kabartıyordu.
İşte bu ‘’Kurtuluş Savaşı’’ masalında beyler, hocalar sıfatıyla sıralananı, haklarında şiirler, destanlar yazılan “kurtuluş savaşı” kahramanları bu zevattı. Onlar aldıkları her can için, döktükleri her kan için servetlerini büyüttüler.
ANTİ EMPERYALİST BİR SAVAŞ OLMADI
Emperyalizmin genel çıkarları ve emperyalistler arası çelişkiler, 1. Paylaşım Savaşı’nın bir Türk – Yunan savaşı biçiminde sürmesine neden oldu. Başlangıçta Yunanlara destek vermelerine rağmen, İngiliz emperyalizminin çıkarları Sovyet tehdidinin sözkonusu olduğu koşullarda, bu desteğin 1921′den itibaren çekilmesini gerektirdi. Artık bundan sonra İngiltere’nin temel siyaseti, doğu’da Bolşevizm’in yayılmasını durdurmaktı. İngiliz desteği kalktıktan sonraysa Yunanlıların Anadolu’da barınma şansı yoktu.
İsmet İnönü cumhuriyet’in ellinci yılı dolayısıyla verdiği bir demeçte:
“İstiklal mücadelesinin başarısı da esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve diğer müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün olmuştur” (1) diyordu.
“Güçlü yönetimi merkeziyetçi temellere oturtmuş bir Türkiye, Avrupa kapitalizminin planlarını gerçekleştirme konusunda ihtiyaç olan her türlü savunma görevini üzerine getirecektir” (2)
Yani İngiliz ve diğer İtilaf devletlerine karşı bir kurtuluş savaşı verildiği bir uydurmaydı. Yanında (Almanya gibi güçlü bir devlet başta olmak üzere) ittifak devletleri varken yenik düşen imparatorluğun bir başına bunların tamamıyla başa çıkması o günün koşullarında mümkün değildi. ”Yedi düvelle savaş” bir masaldı. Zaten emperyalistler Anadolu’ya yerleşmek niyetiyle girmemişti ve savaşmadan da çekilmişlerdi.
Çekilirken de Fransızlar Türklere, Yunanlılara karşı kullanacakları silahları sattılar. Bazı Fransız subayların kurtuluş savaşı ordusu saflarında savaştığı dahi rivayet edilir. İtalyanlar da kendi bölgelerindeki silah depolarını açarak, Kuvayi Milliye’ye yardım ediyorlardı.
Kazım Karabekir’in şu sözleri de çarpıcıdır:
“… İtilaf kuvvetlerinden korkmayınız. Daha geçen hafta Londra’dan memleketimize gönderilmek istenen alaylar, biz gitmeyiz diye silah çatılarını bırakıp sıvıştılar. İtilaf milletleri harbi umumiden o kadar yorgun çıktılar ki, memleketimizde tek bir nefer bile öldürmeye razı değiller. Karşımızda Rum ve Ermeni’den başka kimseyi görmeyeceğiz. İstanbul’da İtilaf Kuvvetleri bostan korkuluğundan başka bir şey değildir” (3)
Doğan Avcıoğlu’nun ‘Milli Kurtuluş Tarihi’ adlı kitabının bölümlerinden biri;
‘Emperyalistlere karşı çıkmadan anti-emperyalist savaş’ başlığı taşıyor(!) Doğan Avcıoğlu’nun buradaki amacı milli hareketin lideri olan Mustafa Kemal’i yüceltmektir. Öyle bir deha ki; emperyalist devletleri atlayarak bir başına anti-emperyalist bir savaş veriyor(!) Emperyalist devletlere karşı olmadan anti-emperyalist bir savaş olanaklı mıdır? Tabi ki değildir ama Avcıoğlu, Rum ve Ermenilere karşı dememek için böyle bir ifade kullanıyor…
Mustafa Kemal’in sözlerinde de vardır aslında ‘kurtuluş savaşı’nın ne olduğu: O halde kurtuluş çaresi ararken iki şey sözkonusu olmayacaktı, önce İtilaf devletleri’ne karşı düşmanca tavır alınmayacaktı; sonra da padişah ve halifeye canla başla bağlı ve sadık kalmak temel şart olacaktı. (4)
E hani Osmanlı’dan ve itilaf devletlerine karşı verilmişti bu ‘Kurtuluş Savaşı’!
BİZİ KURTARMAK İÇİN SOYKIRIMI YAPTINIZ
Ermeniler, Süryanilerin ardından ‘’Kurtuluş Savaşı’’ masalıyla bu kez de Rumlardan kurtardınız bizi. Sadece Karadeniz’de (Pontos) 353 bin Rumu katlettiniz. 200 bine yakını Pontos’tan olmak üzere, 1 milyon 250 bin Rum’u da sürgün ettiniz.
Geride kalan bizleri de, Ortodoks Rum kimliğimizden kurtardınız. Dinimiz Müslüman, dilimiz Türkçe oldu. İsimlerimiz Dimitri, Yorgo, Maria, Eleni olarak kalmadı, Ahmet, Mehmet, Ayşe, Fatma olduk.
(1) (Milliyet, 29 Ekim 1973)
(2) (Scheidmann, “Milli Mücadele” Sürekli Devrim, Sayı 3, Ekim 1978, sayfa 34)
(3) (İstiklal Harbimiz, sayfa 19-20)
(4) (Nutuk, Cilt 1)