Alman söyleminde Ermeniler ‘Doğu’nun Yahudileri’ydi

Alman soyleminde Ermeniler
Vartan Estukyan 08.01.2016

Türkiye’de büyük ilgi uyandıran ve Türkçeye ‘Atatürk ve Naziler’ ismiyle çevrilen ilk kitabının ardından tarihçi Stefan Ihrig, önemli bir çalışmaya daha imza attı. Harvard Üniversitesi Yayınları tarafından yayımlanan ‘Justifying Genocide’ (Soykırımı Meşrulaştırmak) başlıklı yeni kitabında Bismarck’tan Hitler’e Almanya’nın Ermenilere bakışını ele alan Ihrig’le, Almanya’nın Ermenilere karşı tarih boyu takındığı tavrın arka planını ve bunu oluşturan etmenleri konuştuk.

Bismarck döneminde Almanya’nın Ermenilere bakışı nasıldı? Bu bakışı etkileyen faktörler nelerdi?

O yıllarda Alman yetkililer çoğu için Ermeniler bir mesele değildi. Ermenilerin uluslararası sahneye çıkışı 1878 Berlin Kongresi’nde oldu. Ondan sonraki yıllarda Bismarck yönetimindeki Almanya, Osmanlı’ya karşı ikili bir politika izledi. Avrupa’nın merkezindeki gerilimleri körükleyerek bu gerilimleri Almanya’nın yavaş yavaş Osmanlılar için muhtemel bir ortağa dönüşmesi yolunda kullandı. Tüm bu kononktürde Ermeniler bir bakıma rahatsızlık vericiydi ama aynı zamanda Almanya için bir fırsattı. Fırsattı çünkü, Bismarck Almanya’sı kendini Abdülhamit’e sevdirmek için Ermeni meselesini ya onun yanında durarak ya da sessiz kalıp Ermenileri savunmayarak sonuna kadar kullandı.

Osmanlı’nın II. Abdülhamit zamanında Almanya’yla yakın ilişkiler kurduğu biliniyor. Almanya’nın 1894 ve 1895-96’daki Ermeni katliamlarına karşı duruşu nasıldı?

Bismarck döneminde başlayan eğilim, sonrasında da devam etti: Almanya Ermeni meselesini Osmanlı hükümdarlarıyla ilişki kurmak için kullandı. Ama tabii bu mesele sorunluydu. 1890’lardaki katliamlar Almanya’ya zorluk çıkarıyordu çünkü yardıma ve müdahaleye ihtiyacı olan Hıristiyanlar söz konusuydu; yine de Almanya sessiz kalarak bu süreçte resmî olarak, neredeyse bir işbirlikçi gibi Abdülhamit’in yanında durdu. Kapalı kapılar ardında öfke büyük ve açıktı.

Almanya halkı arasında da Osmanlı yanlısı ve karşıtı bildiriler ve aktivistler üzerinden yürüyen bir çatışma vardı ve bu durum, katliamlar bitene kadar sürdü. Bir taraf Ermenilerin çektiği acılara yönelik farkındalık yaratmaya çalışırken, diğer taraf da ya şiddetin boyutunu reddediyor ya da Osmanlı’nın bunun neden yaptığına dair gerekçeler sunuyordu. Osmanlı yanlıları daha güçlüydü, çünkü devlet destekli gazetelerin yardımını alıyorlardı. Burada ilginç olan, Ermenilerden hiçbir zaman kardeş Hıristiyanlar olarak bahsedilmemesiydi. 1890’larda ırk, herhangi bir dini husustan daha önemli hale gelmeye başlamıştı.

Alman İmparatoru II. Wilhelm’in 1898’de İstanbul’a gelmesi, önceki yıllarda Ermenilere olanlar konusunda yeni bir bakış gerektiriyordu. Bu yalnızca Almanların sessizliği ve Osmanlı’ya desteği için gerekçe üretmeye değil, ayrıca Ermenilerin neden bu şekilde katledildiğine dair başka gerekçeler üretilmesine de yol açtı. Ermenilere yönelik şiddeti gerekçelendiren en utanç verici, fakat en önemli ve başarılı şey, bir düşünür, liberal politikacı ve Protestan papaz olan Friedrich Naumann’ın bir kitabıydı. Bu kitapta Almanların sessizliği de Ermenilerin katli de tamamen meşrulaştırılıyordu. Onun ve diğerlerinin meşrulaştırıcı söylemleri sonraki gelişmelerin kötü öncüleriydi.

Almanların, Ermenilerden çok Osmanlılara ihtiyacı olduğu için soykırımı engellemediği söyleniyor. Fakat kitapta da belirtildiği gibi, Almanya’daki Ermeni düşmanlığının güçlü tarihsel kökleri var. Bu mesele hakkında ne düşünüyorsunuz?

Almanların I. Dünya Savaşı sırasındaki Ermenilere karşı duruşunun kökleri 19. yüzyıla dayanıyor. Bir devlet ve toplum olarak Almanya, Ermenilerin emperyal politikalar için ‘feda edilebilir’ oluşuna alışmıştı; Almanya, Ermenilere yönelik şiddeti meşrulaştırmaya alışmıştı. Bu nedenle bu bir düşmanlık meselesinden ziyade, Ermenilere yönelik şiddetin neden ‘meşrulaştırılabilir’ olduğuna dair gerekçelere dayanan çok karmaşık bir umursamazlıktı. Bu gerekçeler reel politikten ırksal algılara kadar değişiklik gösteriyordu. I. Dünya Savaşı’nda müttefik olarak Osmanlılara güvenmenin hayati bir önemi vardı ve Ermeniler yine feda edilebilir olarak görülüyordu. Alman diplomatların uygulanan soykırımı bildiğine ve Osmanlı propagandasına ilk başta nasıl inanıldığında dair belgeler var. 1915 yılının başında durum, askeri bir mesele olarak görülüyordu. Sonra, yazın, İstanbul’daki Almanya Konsolosluğu Ermenilerin yok edilişinin planlandığını ve yürütüldüğünü anladı. Fakat savaş çıkarları gereği, bu durum son derece utangaç protestolar dışında bir yankı bulmadı. Almanya -bir kez daha, 1890’daki gibi- Osmanlıların Ermenilere yönelik şiddetine imkân sağladı. Fakat o sırada şiddet çok daha büyük ve dehşet verici bir boyuttaydı.

Almanya’nın I. Dünya Savaşı’nın ardından Ermeni Soykırımı’na dair izleri örtbas ettiğini yazdınız. Bu bağlamda, o sırada hâlâ Osmanlı İmparatorluğu ile aynı kaderi paylaştıkları söylenebilir mi?

Almanya Başkonsolosluğu 1915 yazında, Anadolu’daki konsoloslarının şahit olduğu şeyin ‘bir halkın yok edilmesi’ olduğunu anladığında, Almanya Dışişleri Bakanlığı, Ermenileri yapılanın savaş sonrasında onlara karşı kullanılabileceğinden korkmaya başladı. O dönemki İtilaf Devletleri propagandası, Ermeni Soykırımı’nın arkasında Almanya’nın olduğunu iddia ediyordu. Dışişleri Bakanlığı da buna tepki olarak, daha savaş sürerken, resmî bir tutum geliştirmeye ve sadece yürütülen soykırımı durdurmaya çalışmakla kalmayıp, tek tek Ermenilere yardım ettiğini de gösteren belgeler üretmeye başladı. Almanya Dışişleri Bakanlığı I. Dünya Savaşı’ndan sonra da ‘hikâyeyi kontrol etmeye’ çalıştı ama başaramadı. Almanya Dışişleri Bakanlığı 1919 yazında Ermeni Soykırımı’na dair belgeler yayınladı; bu belgeler, Almanya’nın soykırıma yardım ettiği iddiasına dair kamuoyunu olumlu yönde etkilemeye yönelikti. Ne var ki bu belgeler Almanya’da büyük bir soykırım tartışması başlattı. Bu tartışmalar Talat Paşa’nın katili Berlin’de yargılanırken doruk noktasına ulaştı ve Lozan Antlaşması imzalanana kadar da sürdü.

Nazi rejimi dönemine baktığımızda, Nazilerin ırk hiyerarşisinde Ermeniler ‘yarı Yahudi’ olarak görülüyor. Bunun sebebi ne?

Nazilerin Ermenilere bakışı, 19. yüzyılın sonlarında ırk antropolojisinde gelişen görüşlere ve Ermenilere yönelik yaygın söylemlere dayanıyordu. Almanların Ermeni düşmanlığı, Orta Avrupa’daki modern, ırkçı Yahudi düşmanlığının birebir kopyasıydı. Irk antropolojisinde ve ırk üzerine popüler kitaplarda, Ermeniler ırk bakımından ya Yahudilerle denk ya da onlardan bile ‘kötü’ olarak resmediliyordu. Naziler sadece Ermenilerin ırkına dair var olan söylemleri devraldı; zira 19. yüzyılın sonlarından itibaren, Alman söyleminde Ermenilere ‘Doğu’nun Yahudileri’ deniyordu.

Nazilerin, Araplar meselesinde olduğu gibi, ‘gerek olursa’ ırk hiyerarşilerini güncellediği biliniyor. Ermenileri Sovyetlere karşı ‘zayıf müttefikler’ olarak mı görüyorlardı?

Nazilerin -20’lerde ve 30’larda bizzat Hitler tarafından kaydedilen- Ermenilere dair ırkçı görüşlerine rağmen, Naziler Almanya egemenliğindeki Avrupa’da Ermenileri aktif olarak infaz etmedi. Ermeniler, Nazilerin hızlı politik ve askeri kazançları için özcü ırkçı görüşlerini bir anlığına da olsa bir kenara bırakmasının örneklerindendir. Tabii Alman orduları Sovyetler Birliği’ne karşı zafer kazansaydı, Almanların ırkçı Ermeni düşmanı görüşleri nereye doğru evrilirdi, bilemiyoruz.

Stefan İhrig
Stefan İhrig

‘Werfel, ‘Musa Dağ’da 40 Gün’ü Almanya’yı Hitler’e karşı uyarmak için yazmıştı’

Kitabınız, Franz Werfel’in meşhur ‘Musa Dağı’nda 40 Gün’ romanına dair bir anekdotla başlıyor. Werfel’in bu kitabı Yahudilere onları bekleyen kadere karşı uyarmak için yazdığını söylüyorsunuz. Werfel; Ermeniler ve Avrupalı Yahudiler, İttihatçılar ve Naziler arasında nasıl bir bağ kurdu?

Werfel bu kitabı aslında Almanya’yı Hitler’e karşı uyarmak için yazmıştı. Ermenilerin onun için ‘yedek Yahudiler’ olduğunu yazmıştı. Werfel, okuyucuların bir rejimin soykırım politikaları ile Almanya’nın üzerine çökmekte olan soykırım politikaları arasındaki benzerliklerini görebileceğini düşünüyordu. Bunu düşünmesinin temel nedeni, 20’lerin başında Almanya’da Ermeni Soykırımı üzerinden başlayan büyük soykırım tartışmalarıydı; bu, muhtemelen Holokost’tan önce Avrupa’da yapılan en büyük soykırım tartışmasıydı. Weimer Almanyası’ndaki insanlar Ermeni Soykırımı’nı gayet iyi biliyordu. Bu büyük soykırım tartışması sırasında, Alman medyası yıllarca soykırımın saiklerini ve amaçlarını, uygulanmasını ve yayılmasını ve ayrıca şok edici bir biçimde soykırımın gerekçelerini tartıştı. Ermenilere yönelik şiddeti ve Ermeni meselesini tartışmak her zaman bir bakıma Yahudilerden bahsetmek anlamına geliyordu. Almanların meşrulaştırıcı yaklaşımının ırkçı unsurları ve Ermeni düşmanlığı, her zaman Yahudiler ve sözde ‘Yahudi sorunu’yla bağlantılıydı.

Werfel 1932-33 kışında çeşitli yerlerde ders veriyor ve bitmemiş kitabından bölümler okuyarak Almanya’yı Hitler’e karşı uyarıyordu. Ermeni yanlısı Alman aktivist Johannes Lepsius’un 1915’te Enver Paşa’yla buluşup yürütülen soykırımı durdurmasını sağlamaya çalıştığı bölümü okudu. O kış yazılan bir kitap eleştirisinin de dediği gibi: Werfel’in okumasında Lepsius Enver’den ziyade dinleyiciye, Almanya’ya hitap ediyordu. Werfel, Hitler’e karşı büyük uyarısını zamanında bitiremedi. Roman ancak 1933’ün sonunda yayımladı ve kısa süre sonra da yasaklandı. Werfel’inki büyük ölçüde bir Alman ve bir Yahudi hikâyesiydi. Fakat zamanlaması sebebiyle genelde bir Ermeni hikâyesi olarak hatırlanıyor.
http://www.agos.com.tr

Facebooktwitterredditpinterestlinkedinmail